e-mail
ANA SAYFA 100de100 Sergiler Bağlantılar

19.İstanbul Sanat Fuarı, ARTİST 2009
31 Ekim - 8 Kasım 2009
 

OSMAN KEHRİ

1949 yılında İstanbul’da doğdu. 1971’de Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu Grafik Bölümü’nü bitirdi. 1973 yılında Londra’da ilüstratör olarak çalıştı. Dönüşünde aynı alanda ve Grafik Sanatı’nın her dalında pek çok başarılı ürünler verdi.
Dil ve tenik yönden birbirini besleyen ve destekleyen ama aynı zamanda zıt ve birbirini bozabilen iki ifade biçimi; resim ve ilüstrasyonu yıllarca ustalıkla uyguladı. Bu diyalog, sanatçı kişiliğini netleştiren ve olgunlaştıran önemli bir faktör oldu.  80’li yıllarda suluboya resim çalışmalarına yöneldi ve tekniğinin olgunlaşması için uzunca bir hazırlık dönemi geçirdi.
Osman Kehri resimlerinde, elimizden kaçan çevremizdeki görselliklere, çocukluğunun İstanbul’undan tatlar ekleyerek sunmakta. Suluboya resmin ele avuca gelmez ama içten ve bize hep gülümseyen yanının, bu şehrin canlı karakteri, ritmi, ışığıyla benzeştiğine ve üslup yönünden de uygun düştüğüne inanıyor. Sanatçı bu tarzın sıcaklığıyla taze, kalıcı güzellikleri izleyici ile buluşturmayı hedeflemektedir.

 

ORHAN YILDIRIM

KANIMCA SANAT, BİR OYUNDUR...
Sanatın oyun olduğunu düşünenlerdenim; ciddi ciddi oynanan bir oyun. Sanki oyun değilmiş gibi oynanan, saklı olarak uygulanan, gizlenen bir uygulama gibi gelir bana sanatın oyun yanı.
Oysa üretilen ne olursa olsun sanat, bir oyundur!
Orhan Yıldırım’dan alınan ilk izlenim afradan tafradan uzak durma cesareti. Bunu da geride bıraktığı ve bugün uzaktan mutlulukla bakarak anımsadığı, başarıyla grafikerlik yaptığı günlerden aldığını düşündüğüm bir sanatçı o. Geçmişte benzer ama gene de ayrışan bir alanda yaptıklarının, şimdiki çalışmalarına teknik olarak yansımadığını görünce, yeni bir şapkayla ortaya çıktığını düşündüm. Hem bu kez bize anlatacakları olan bir masalcı amcaydı bence. Kimi zaman da masalın kendisi bile olabiliyordu; Orhan aslında belki de Geppetto Ustaydı. Hani şu Pinokyo'yu hayata geçiren marangoz amca, aynı zamanda Pinokyo'nun babasıdır da.
Nisan 2008’de Galeri Oda’da açılan, Orhan Yıldırım’ın ilk sergisiydi.
Kartal başlı aslanlar olarak bilinen yaratıklar, yani “grifonlar” çıkıyordu karşımıza bu sergide.
Tek tek korumayı yeni akıl ettiğimiz ve çoğu Ege kıyılarından olan mimari yapıların dokusuyla bütünleşen, yaşam yüklü, hikayesi olan resimler.
Ve masal kimliğinin uzak duramayacağı “sirk” alemi.
Bir de bütün bunları kuşatan, acımasız unsur zamanın somutlaştığı paramparça, yorgun, üç boyutlu, içi-dışı ortada saatler...
Çok kez malzemesini, içindeki masalcı amcayla çok iyi anlaşan gene içindeki çocuğa teslim ettiğini düşündüğüm çalışmalardı bunlar...
Yoksa benliğinde rahat durmayan, dışa vurulmayı zar zor bekleyen hayale daha yakın bu atmosferler başka nasıl bize ulaşabilir?
Teknik olanakların, hünerle kullanılmasıyla doğabilen; yaratıcısının söylemek istediklerini, tarzını bize aktaran, başka kim olabilir?
Dışa vurulmak istenenler bizi alıp götüren, sahiden yaşamdan kopmamıza neden olan ayrı ortamlar içeriyor bolca; çünkü onların kendilerine özgü dünyaları var; çünkü onlar ciddi birer oyun.
Özgün ve cesur; giderek daha da güçleneceği anlaşılan bu çalışmaları sözle aktarmak için, değerli yazarımız rahmetli Haldun Taner’in bir cümlesini anımsamak gerekiyor: Biz varsak bizde yaşıyorlar ama biz yoksak gene yaşıyorlar...
Fatma Ekeman
Teşvikiye, 21 Şubat 2009

 

07- 11 Mayıs 2008

Dilek Aydemir - Nur Günen

ART BOSPHORUS - Çağdaş Sanat Fuarı

Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi (Zemin Kat 88) Harbiye-İstanbul

Dilek Aydemir

Dilek Aydemir, İzmir Amerikan Kız Lisesi'nden sonra İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü'ne girdi. Galeride Adnan Çoker'in öğrencisi oldu. Dört yıllık atölye eğitimini Neşet Günal Atölyesinde sürdürdü ve Sabri Berkel Fethi Kayaalp yönetimindeki gravür atölyesinde iki yıllık sertifika çalışması yaptı.

1970'ten bu yana çalışmalarını yağlı boya veözgün baskı olarak sürdürmektedir.

Nur Günen

Yaşamımda resim hep vardı. Ama profesyonel anlamda resim serüvenim yetmişli yıllarda Paris'te devam ettiğim özel atölyede başladı. Bugün geriye dönüp baktığımda, aradan geçen otuz yıla karşın, Paris'in ünlü Afrika ve Okyanusya Sanatları Müzesi'nde başlayan resimsel hareket noktamın giderek artan bir coşkuyla beni hala etkilemekte olduğunu söylemeliyim. Kök boyalardan elde edilen üç-dört renkle genelde ağaç kabukları üzerinde oluşturulmuş basit, yalın resimlerdi bunlar... İnsan ve doğa arasındaki uyumu ve kutsallaşma sürecini bazen masumane. bazende ironik bir acımasızlıkla betimliyorlardı. Müzenin giriş katında yer alan ve aborjin yaşantıyı resmeden bu yapıtları hiç unutmadım. Yıllar sonra Eliade'nin "Şamanizm" adlı eserini okurken , pagan kültürünün ve ritüelinin gerçekte ne kadar yaygın ve yakınımızda olduğunu hissettim. Dünyanın giderek bozulan doğal dengesinde, çok az tüketen büyük bir kitlenin , hiç bir günahı olmadığı halde asırlardan beri bu bozulmanın bedelini haksız yere ve öncelikle ödediğini düşündüm. Son dönem resimlerimin ana teması böyle oluştu. Bu insanlara duyduğum hayranlık ve saygı nedeniyle de bu resim serisini "Sıfıra Yükseliş" adıyla tanımladım. Aslında bu düşüncelerimi, bir büyük insan, Mahatma Gandhi yıllar önce bir kaç kelimeyle özetlemişti: "basit yaşa ki, başkaları da varolabilsin"

ULUSLARARASI ÇAĞDAŞ SANAT BULUŞMASI (1)

24-29 Eylül 2002

 

Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı

 

Bu yılki buluşmamızda biz de sanatçılarımızla, “CAM” başlığı altında bir araya geldik.

Bir konsept olarak seçilen cam, binlerce yılı aşabilen dayanıklılığına karşın, bir anda kırılıverecek kadar dayanıksızlığıyla da olsa gerek, insanlığın hep kullanımında olmuş; ister sanatsal çalışmalar için, ister günlük yaşamda...

Bu denli eski, bildik ve vazgeçilmez bir malzeme olarak cam, Galeri Oda standında resim, cam heykel ve multimedya objelerle yer alıyor.

MEHLİKA BAŞ

(Camaltı Resim)

1971 İstanbul doğumlu. MSÜ Sinema TV Enstitüsü mezunu. Sanatçı daha çok camaltı tekniğini kullanıyor. Resimlerinde en çok insan ve kedi “portreleri”ni naif tatlar içeren, mizahi bir yaklaşımla çalışılmış olarak görüyoruz.

NEVİN İŞLEK

(Camaltı Resim)

1936 Tekirdağ doğumlu. Yağlıboya da çalışan sanatçımız, camaltı tekniğini de sıkça kullandığı resimlerinde, gerçekleri masala çevirerek özgün bir dünya kuruyor.

DİLBER KAMHİ

(Multimedya Obje)

1940 doğumlu sanatçımız Amerikan Kız Koleji mezunu. Prof.Süheyl Ünver ile başlayan sanatsal biçimlenişi, Prof..Sabri Berkel ile sürmüş ve kendi sentezleriyle günümüze kadar gelmiştir. Kültürlerarası etkileşimi gözleyebildiğimiz yapıtlarında kullandığı materyallerle, eskinin yeni, yeninin eski olduğu izlenimini veriyor.

BÜLENT ORAN

(Camaltı Resim)

1923 İstanbul doğumlu Bülent Oran, esasen bir yazardır. Yaklaşık bin senaryosu film olan Oran’ın, resme olan ilgisi çok eskilere dayanır ve tanıyanlarca bilinir. Şimdi ise camaltı resminin geleneksel örneklerini tekrar çalışırken onları, kendinden yaptığı katkılarla geliştirerek bizlere ulaştırıyor.

CENAN UYANUSTA

(Cam Heykel)

1953 İstanbul doğumlu. MSÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik-Cam Ana Sanat Dalı mezunu. Türkiye’de camı ‘soğuk kesme’ sistemi ile çalışan tek sanatçı. Yapıtlarında çoğunlukla stilize edilmiş fomlar kullanıyor; sanatsal ve dekoratif ürünler veriyor.

 

Fuarların üreten, sunan ve ilgilenenlerin birlikte ama bağımsız varlık göstererek, coşku dolu bir bileşkeyi oluşturdukları inancındayız. Katılanların yarattıkları ‘sinerji’ ile, plastik sanatların yaşam platformunda bir hamle daha ileri gitmesine katkıda bulunması dileğiyle...

 

 

ULUSLARARASI ÇAĞDAŞ SANAT BULUŞMASI (2)

23-28 Eylül 2003

 

Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı

 

ERGİN ATLIHAN

Resim Sergisi

  

1935’te Edirne’de doğan sanatçımız, ilk sergisini 1983’te Frankfurt Rote Fabrik’te açtı. Ülkesinde ilk sergisini 1986’da Urart Sanat Galerisi’nde gerçekleştiren Atlıhan, çalışmalarına yuriçinde ve dışındaki sergileriyle devam etmektedir. 2002’de Galeri Oda organizasyonu olarak 11 Eylül izlenimlerini büyük bir desen sergisiyle sunan Ergin Atlıhan’ın, “HAYTA” adlı kitabının çıkması bekleniyor.

 

Detaylardan arındırılmış, olağanüstü hareketli, çarpıcı, sınır tanımayan, şiddetle kendine çeken bu resim, hızının etkisiyle uğradığı soyutun dehlizlerinde izleyenleri de dolaştırdıktan sonra, artık ayrılması zor bir kompozisyon oluyor; çünkü onda heyecan var, hiç esirgenmeden ortaya konmuş duygu yoğun bir anlatım. ‘Kendiliğinden’liğin dayanılmaz çekiciliğine kapılmadan kurmayı başardığı dengede çoğunlukla ‘kadınlar’ı görmekteyiz; Ergin’in kadınlarını... Temelde varlığını bildiğimiz desenin eşliğinde, olağanüstü renkçiliğiyle sanatçısı tarafından giygirilmiş/soyulmuş kadınlar bunlar...

Fatma Ekeman

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ULUSLARARASI ÇAĞDAŞ SANAT BULUŞMASI (4)

7-11 Aralık 2005

 

Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı

 

MEHMET ÖMÜR

Fotoğraf Sergisi

 

BİYOGRAFİ

 

1951 yılında İstanbul'da doğdu. İlköğrenimini Feyzullah İlkokulu'nda gördü. Saint Joseph Lisesi'nde başladığı orta öğrenimini Ankara Fen Lisesi'nde bitirdi. Ankara Tıp Fakültesi'nden 1977 yılında mezun oldu. Kulak-Burun-Boğaz dalındaki uzmanlığını 1981 yılında, Bursa Uludağ Üniversitesi'nde tamamladı. Paris'te Saint Antoine, Saint Louis, Laennec hastanelerindeki çalışmalarının ardından Türkiye'ye dönerek 1986'da doçent, 1996'da profesör ünvanını aldı. 1993 yılında Haseki Hastanesi'nin başhekimliğini, 1996-2002 yılları arasında ise Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi Kulak Burun Boğaz bölümünün şefliğini yaptı.

 

1990 yılında "KBB Postası" adlı dergiyi kurdu ve 1990-1996 tarihleri arasında editörlüğünü yaptı. 1992'de "Larenks Kanseri ve Boyun," 1994'de "Baş Boyun Anatomisi" ve 2004'te "Obstrüktif Uyku Apnesi Sendromu ve Horlama" adlarında bilimsel kitapları yayımlanmıştır. Bunların dışında, "Sesin Peşinde" (2001) adlı popüler bilimsel kitabı ile "Oyuncakçı" (2004) adlı şiir kitapları vardır. Yüz elliye yakın bilimsel makalesi basılmıştır. Çeşitli dergi ve gazetelerde elli civarında gezi ve şarap kültürü yazısı okuyucuya ulaşmıştır. İki seneye yakın bir süredir Tempo dergisine fotoğraf çekmekte ve şarap köşesi yazmaktadır.

 

2000 yılından bu yana fotoğraf sanatıyla uğraşmaktadır. Merih Akoğul ile çalışmalar yapmıştır. İlk sergisini 2004 yılında, Paris'te fotoğraf öğrenimi görmekte olan oğlu Mehmet Ömür ile birlikte yine aynı kentte, ikincisini aynı yıl kişisel olarak İstanbul Galeri Oda'da açmıştır.

 

Fotoğrafta dijital manipülasyon teknikleri kullanmaktadır. Konu olarak çok sevdiği İstanbul'u seçmiştir.

 

Evli ve bir çocuk babasıdır.

 

NEDEN MANİPÜLASYON ?

 

Fotoğraf, makinenin arkasındaki göze bağlı olarak gerçekle kurgu arasında bir yerde durur. Bu yer, geleneksel fotoğrafta oldukça ince bir alandır. Resimse fırçayı kullananın beynindeki imgelerin tuval üstündeki görüntüleridir. Ressam isterse, Kız Kulesi'ni Ağrı Dağı'nın eteklerine de getirebilir.

 

Amacınız duygularınızı dışa vurmaksa eğer, siz de fotoğraf makinenize bir bilgisayarı dost ederek, fotoğraf sanatçısını bir ressamın özgürlüğüne kavuşturabilirsiniz. Dijital fotoğrafta manipülasyon, işte gerçekle kurgu arasındaki o ince alanı gönlünüzce genişletmeye yarar. Buna rağmen, ben fotoğraf bulunduğunda Fransız ressamı Paul de la Roche'un "Şu andan itibaren resim bitmiştir" dediği gibi, manipülasyonun fotoğrafı bitirdiğini düşünmüyorum. Tam tersine dijital fotoğrafta manipülasyonun klasik fotoğrafın emrine verilmiş yeni bir olanak olarak kendi yerini bulacağına inanıyorum.

 

Mehmet Ömür

 

BİR SANAT YOLCULUĞU

 

Sanat, ölümsüzlüğü arayan insanın, ölüme karşı başkaldırısının sonuçlarından biridir kuşkusuz. Bu nedenle olsa gerek tıp doktorları arasında sanat, diğer mesleklere nazaran daha yaygındır. Çünkü onlar "ölüm" olgusunun varlığıyla, ilgilendikleri hasta sayısı kadar karşı karşıya gelirler; bu da sanatla yakınlaşmalarını-hiç olmazsa ilgilenme boyutunda- neredeyse zorunlu kılar. Kaldı ki sanat, insanın içinde rahat durmayandır; resim olur, şiir olur, ezgi olur ortaya çıkar...Hekimler bu noktada, mesleklerinin yarattığı gerilimle zayıf düşen dirençleri sayesinde sanırım ortaya çıkmak isteyen sanatsal yaratım itkisini serbest bırakma konusunda daha şanslı gözüküyorlar...

 

Bir "oyun" olduğuna, ciddi ciddi oynanan bir oyun olduğuna inandığım sanat, bazen bilenin bile farkında olmadığı bilgi birikimlerinin, ustaca kullanılmasıyla oluşabilir.

 

 

Dr. Mehmet Ömür, bütün bu saptamaların somut örneği olarak, yaratım sürecinde tekniğin hünerle kullanılması sonucunda oluşturduklarıyla çıkıyor karşımıza. Algıladıklarını ve bildiklerini, hayalleriyle süsleyen Ömür, günümüz insanının etkilendiğini bildiğimiz yöntemleri, içtenlikle kullanarak "İstanbul"a bakıyor...

 

Bu yıl dördüncüsü düzenlenen Çağdaş Sanat Buluşması'nda ilk kez, fotoğraf sanatının-bir alt açılımının örnekleriyle de olsa-  temsilini, birlikte hayata geçirdiğimiz Mehmet Ömür'ün, gerçekle düş arasında yapılanan çalışmalarının ilgi göreceği inancıyla...

 

Fatma Ekeman

 

 

“ANKART”  2. ANKARA SANAT FUARI

26 Nisan – 5 Mayıs 2002

 

Galerimiz bu fuara iki sanatçıyla katıldı.

Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ni bitiren ve resim alanında özel bir yer sahibi olan Mine Arasan, yıllardır “Sevgiyi çizmekte ve insanlara gülümsemeyi anımsatmakta” ve “İnsanın yaşamındaki en büyük kaybı, gülmeden geçirdiği andır” diyerek özetlediği felsefesinin ışığında tual resmini olduğu gibi, sanatçımızın adıyla özdeşleşen başarılı gravür çalışmalarını İstanbul’da sürdürmektedir. Bugüne dek 36 kişisel sergi açan, çeşitli karma sergilerin yanı sıra galericilik, sanat danışmanlığı ve çocuklara yönelik çalışmalarıyla sanat yaşamına devam eden Arasan, Almanya Eyalet Parlamentosu’na eseri alınan ilk Türk Sanatçıdır. İsviçre’nin Rotavizyon Yayınevleri İlüstrasyon Yarışması Özel Jüri Ödülü, İtalya Uluslararası Ex-Libris Margarita Ödülü, Mevlana Barış Ödülü, Yeşil Marmara Gazetesi Yılın Sanatçısı Ödülü, Tekel Resim Yarışması Ödülü, TRUVA Kültür Sanat-Yılın Sanatçısı Ödülü gibi pek çok ödül sahibi olan Arasan’ın yurtiçi ve yurtdışı koleksiyonlarda yapıtları bulunmaktadır. Mine Arasan, mensubu olduğu ekolün sanatımıza armağanı bir desen ve kompozisyon anlayışını, renk gücüyle geliştirerek oluşturduğu, mutluluğa duyarlı yanımızla bağlantı kuran cesur sanatıyla, bu kez de toplu bir sanat şöleni içinde Ankaralı Sanatseverlerle buluşuyor.

 

 

HALE ÜRKMEZGİL (Heykel)

 

1972’de Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik-Serbest İlüstrasyon Bölümü’nden mezun olan Hale Ürkmezgil, bir süre reklam sektöründe art direktör ve kreatif direktör olarak çalıştıktan sonra, 1989 yılında seramik ile heykel çalışmalarına başladı. Ardından mermer yontu ve bronz döküm yapıtlar üretti. Heykellerini 1992 yılından bu yana izleyenlerle paylaşan sanatçımız, pek çok karma serginin yanı sıra, yedi kişisel sergi açmıştır. Formlarını daha çok bronz döküm çalışan Ürkmezgil, dökümün tanıdığı çoğaltma olanağından yararlanmayıp, onları yaratılış süreçlerine uygun, tek bırakıyor; yani çoğaltmıyor. Heykelin insanla buluşmasındaki özelliği sanatçımız, “Anlatamıyorum ki denir, kelimeler yetmiyor denir. Ben dokunun diyorum, sevgilere, özlemlere, aşka, yüreğe...” sözleriyle, sanatsal yaratımın nedenselliğinin şiirini duyumsatıyor bize. Kıymetli ressam Lütfi GÜNAY’ın “Modern Gotik” şeklindeki nitelemesiyle “Figürler sanki yere basmıyor, kanatlanmışlar uçmak istiyorlar...” sözleri ve “Soyutlaştırılmış kütle oyunları, sanatçının duygusallığının dışavurumundan başka bir şey değildir” tanımlaması, Hale Ürkmezgil’in “tunçta yaşam bulan heykeller”ini dokunmasak da bize ulaştırıyor. Hale Ürkmezgil, Ekrem Kadak’ın “Kendi boşluğuna sığmayan ve sığınmayan” şeklindeki tesbitine uygun olarak, içine sığdıramadıklarını bronza büründürüp bizlere sunduğu heykellerini, bu kez de, plastik sanatların coşku dolu bir bileşkesi olacağına inandığımız Fuar’da, Ankaralı Sanatseverler için sergiliyor.

Fatma Ekeman